Seyrek yazı yazıyor olmam hafızamın iyileştiği yada yeni hatıralar hatırlamadığım/yaşamadığım anlamına gelmiyor tabii ki. Bu aralar biraz tembel miyim, gereksiz şeylere mi zaman ayırıyorum tam bilmiyorum.

Bu geçmiş değil fakat ertelemek istemedim. Bugünü yazıyorum 🙂

3 – 4 hafta önce, 15 – 16 Ocak 2021 tarihinde, hafta sonu etkinliği / antrenman / ders için gittiğimiz havuzda sutopu maçı olacağından dolayı ders olmadığı söylenmişti. Bu detayı nasıl olsa e-posta gelir diyerek kaydetmedim tabii. Yeni yılın ilk günü de Cumartesi, yani havuz gününe denk geldiğinden, söyledikleri gün bugündür diyerek 2 gün havuza gitmedik. Belki ders vardır bilemiyorum. Halbuki e-posta gelmediyse ara sor be adam.

Dün her zamanki geç kalınmışlık paniğiyle havuza gittik ve kapıda bulunan görevlilerden, o gün ders olmadığını öğrendik. SMS olarak bildirmişler ama benim de sms bildirimlerim kapalı. Oradan gerekli ne geliyor ki yahu.

Madem işimiz erken gitti, isbike’dan bisiklet kiralayıp, Bostancı sahilinde biraz turlayalım düşüncesiyle, Fenerbahçe Dalyan Sahili’nin en baş noktasından parka giriş yaptık. Daha isbike noktasına gelmeden; aklıma, İsbike uygulamasından gelen, bisikletlerin bakımda olacağı bilgisi geldi. 15 – 20 dakika önce bu bilgi gelmiş olsa sahile dahi inmezdik ama malum sebepler işte.

Madem İsbike yok, ben termostan biraz kahve içeyim, sen de martı (scooter) ile turlayabilirsin diyerek parkın giriş noktasında bulunan bir yere kurulduk. Huzur verdin mi? Tabii ki hayır. Baba bak, baba sende bin, baba, baba, baba diyerek geçirdiğimiz yarım saat içerisinde 5 dakika keyif yaptırmadın. Her neyse boşver, bu duruma zaten alıştım 🙂

Park girişinde bulunan Moda Kürek Kulübü sporcularının çimler üzerinde yaptığı antrenman, profesyonel görünmemelerine rağmen denize açılışları falan aklıma kanoyu getirdi. Kanoyu indirmek için uygun alan, soğuk da olsa güneşli bi’ hava, “yarın buradan kano ile çıkalım mı” dedim, “adaya gideriz.” Normal olarak sevinçle karşıladın ve ertesi gün sabah 10:30 sularında evden çıkıp aynı yere doğru ilerlemeye başladık.

Başlangıçta olanlar da her zamanki gibiydi, ben şişireyim, ben yapayım falan 🙂 Kanonun şişirilmesi ve suya indirilmesi sırasında küçük bir tartışma bile yaşadık. Arabada bulunan çantayı unutma endişen. Kızım diyorum, kanonun çantasını ve pompayı bırakmak için zaten gideceğiz, acele etmene gerek yok, işleri sırasıyla yapalım. Yok arkadaş. Gidiyoruz sanıp 3 yada 4 kez araba doğru yönelip yürümeye başladın. Kızım diyorum bekle şurayı toparlayalım, bekle kızım malzemeleri alalım, bekle kızııım. Her neyse 🙂

Google Hava Durumu’nun 5 °C gösterdiği soğuk ama güneşli bi’ günde kanomuz ile tatlı tatlı ilerlemeye başladık. Detaylı fotoğraf çekimi yada kaçta çıktık kaçta vardık gibi bilgiler her zamanki gibi mevcut değil.

Google Zaman Çizelgesi’nde bulunan bilgiye göre Sahilden, Kınalıada’ya varışımız toplam 1 saat 39 dakika sürmüş. Harika bir süre. Belki de harika değil, bana biraz uzun geldiği için 1 saat 39 dakikayı görmek biraz şaşırttı 🙂

Bol tartışmalı, müzik açıldığında konuşasının tuttuğu, kanonun gitmesi gereken yönü belirlemesi gerekenin kim olacağı tartışmalarıyla Kınalıada’ya kadar geldik. Yolda kürekten gelen sularla ıslanacağımızı bildiğimiz için arabaya yedek kıyafet almıştık fakat Ada’da ineceğimizi, orada gezeceğimizi bilmediğimiz için yanımıza almamıştık. Yedek kıyafetler ile birlikte yanımıza kart, para, kimlik ve kano çantası da almamıştık tabii ki.

Soğuk havanın, kano küreğinden gelen sular ile ıslanmamızın ve durduğumuz esnada hızlıca inmediğimiz için yandan gelen dalgaların etkisiyle ıslanmamızın getirdiği şok ile üşüdüğünü söyledin. Bu tarihte görülmüş bir olay olmasa da, ağlama sebebinin üşümek olduğunu söylemen gerçekten şaşırttı. Tabii bu durum aile üyeleri arasında bilinen bir şey değil, aramızda sır diyebilirim.

İçi ıslanmamış montumu sana giydirip, çıplak ayaklı ve t-shirtlü bir şekilde Kınalıada’nın delisi gibi seni teselli etmeye çalışırken, bir yandan da termosun, hoparlörün vb. eşyaların bulunduğu bez çantalarla iskele çevresinde dolaşıyoruz.

Kerim Bey’in değiştiği kamera camımın buğulanması sebebiyle karekod ile para çekme çalışmamız ile geçen 5 – 10 dakika sonrasında (Telefonu güneşe yatırıp buğunu geçmesini bekledik. Buğu nerden bilsin havada göt kesen soğuğu var, onun geçmesi için güneş yeterli) neredeyse tamamı kapalı dükkanların bulunduğu ada sokaklarında ilerlemeye başladık. Üşüyosun, montum seni biraz ısıttı ama üşüyosun, üşüdüğünü söylemek istemediğinden mi yada ısınman gerektiğini düşündüğün için mi bilemiyorum şikayetin azaldı.

Led tabelaların birinde “Lahmacun” yazısını görünce; taş fırın, sıcaklık, çorba anahtar kelimeleriyle oraya doğru yürümeye başladık. Kapıda karşılayan çalışana çorba var mı dediğimizde aldığımız olumlu cevap ile birlikte içeri yöneldik. “İçeride yerimiz yok abi” dedi. Oğlum ölüyoruz, dışarıda ne işimiz var. İleri doğru yürümeye devam ettik.

2 – 3 dakikalık yürüyüşün ardından “Aha yırttık” dedim. Sen daha cevap vermeden, yada durdur diyerek emin olmaya çalıştım. Gözlüklerim yanımda değil, uzağı tam seçemiyorum bir de şimdi hayal kırıklığı olsun istemiyorum. 8 – 10 adım yürüdükten sonra “aha dedim ganyan bayii” gerçekten yırttık. Hızlı hızlı Ganyan’a doğru ilerleyip kapıdan içeri girdik. Taş fırın nedir ki, içerisi yanıyor. Köşede bi’ masaya kurulup üzerimizi çıkartmaya başladığım sırada 1 oralet – 1 çay olarak da siparişimizi verdik.

Üzerimizden çıkardıklarımızı kurutmak üzere ısının kaynağını etrafta ararken 2. sevincimi yaşadım. Soba yahu, senin boyunda neredeyse, cayır cayır yanıyor. Çorapları götürelim, ayakkabıları koyalım falan derken ganyancı abilerin de destek ve teşviğiyle sobanın kenarına yerleştik. Sobanın varolan ısısı, ara ara sunta ve odunla destekleniyor oluşu, içtiğimiz çay ve oraletlerinde etkisiyle tüm eşyalarımız evden çıktığımız kuruluğa yakın bir kuruluğa geldi ve vapurla döneceğimiz konusunda ortak fikre varınca, kanoyu toparlamak üzere ganyan bayiinden ayrılıp tekrar iskelenin hemen yanında bulunan çakıl taşlı plaja geldik. İskelenin direklerine yapışan midyeleri görmen pek fazla sürmedi fakat güneşte kalman gerektiğini söylediğim için çok fazla teşebbüste bulunduğunu söyleyemem. Midye toplamıyosun, yardım da etmiyosun, “hadi bari midye topla” diyerek gerekli izinleri sağladım ve tekrar işime koyuldum.

Can yelekleri, kürekler ve kanoyu bir arada sarıp, kanoyu iskeleye bağlama amaçlı kullandığım ip ile bir güzel sarıp sana döndüm. Midyelerini toplamıştın çok güzel ama ayaklarının yine ıslandığını söyledin. Problem esnasında kızılmayacağından, malzemeler, kano ve seninle birlikte iskeleye dönüp çizmeni çıkarttık.

Allah’ım çizmenin içi su dolu, neredeyse kıyıda duran midyeler için ne kadar ileri gitmiş olabilirsin de, bu çizmelerle çorapları tekrar bu ıslaklığa getirebilirsin. Ama yapacak bir şeyimiz yok. Ganyana gidip tekrar kurumak uzun iş.

İskelede bulunan görevliye Bostancı’ya gideceğimizi söylememizin ardından; Bostancı seferine çok olduğunu, 60 – 70 metre ileride bulunan Mavi Marmara teknelerinin sık sık sefer yaptığını söylemesiyle kanoyu tekrar sırtıma alıp Mavi Marmara iskelesine doğru yürümeye başladık.

Görüntümden mi, yoksa omuzuma yüklediğim profesyonel taşıyıcılık görüntüsünden midir bilemiyorum, hamallara benzediğimi söylemen hoşuma gitti diyebilirim 🙂 İskeleye kadar yürüyüp camda yazan 23 TL yazısını görünce, şehir hatları vapurunun 15 TL olduğunu bilmediğimizden, yuh diyerek şehir hatları iskelesine geri döndük. Belki Mavi Marmara’da akbil ile ödendiğinde aynı fiyattır, bilemiyorum tabii. Vapurun gelmesine 1 saatten fazla zaman var.

Terminal filmindeki Tom Hanks’in biraz daha düşük bütçelisinin kısa bir canlandırmasını yaptık diyebilirim. Koltuklarda çorap sıkmalar, yatmalar, büyükşehire ait yayınlarla ve sefer tarifelerinin bulunduğu kitapçıklarla zaman geçirdikten sonra; Ganyan bayii dönüşünde parkta oynadığını gördüğümüz çocuklar iskeledeydi.

Adada hiç çocuk yok konuşması yaptığımız sıralarda çocuk gördüğümüzde, “aa çocuk var, hemde 3 tane” dememizin arından, o çocukların aslında adaya ait olmadığını görmemiz de çok uzun sürmedi. Çok uzun sürmedi fakat çocuklar Türkçe konuşmuyordu. İngilizce konuşmadıkları da kesindi fakat konuşuyorlardı. Sarı saçlardan dolayı Rus veya Alman olabilecekleri tahminiyle, seninle de 2 – 3 dakika uğraştıktan sonra çocuklarla tanıştık. Anne Fransız, Baba Türk Kadıköy çocuklarıydı hepsi. Sohbetler koyulaşınca iskeleden ayrılıp 2 – 3 dakika uzaklığa kadar açılabildiğini söyleyebilirim. Ta ki 18:15 vapurunu görene kadar. Bizim vapurumuz 18:30 fakat çocuklarla birlikte 18:15’e binebileceğin ihtimaliyle iskeleye gelip “aman haa” şeklinde uyarılarım sonrasında oturmaya devam ettik.

Bensiz o vapura binmeyeceğine adım gibi eminim fakat emin olmak yetmiyor işte.

Keyfimiz 18:30 vapuru geldiğinde başladı. Vapurun diğer adaları dolaştıktan sonra Bostancı’ya gideceğini biliyordum fakat bu kadar uzun süreceği de aklıma gelmedi. Ama amacım içeride biraz keyif yapmak, ısınmak ve dinlenmek olduğundan çok da problem yaptığımı söyleyemem.

Akşam güneşinin tatlı tatlı vurduğu kompartıman havasında olan koltuklarda kuruyup – dinlenerek, keyif yapıp ve sohbet ederek hava güzelce kararana kadar deniz üzerinde dolaştık. Kanoyla dönsek daha hızlı olurdu tespitin doğru evet ama bu kadar sıcak olmazdı 🙂

İskele ve aracımızın arasının yürüyerek 59 dakika olduğu bilgisini görünce, aylardır uygulaması yüklü olan fakat daha önce kullanmadığım “Moov” uygulamasından yakın bir araç buldum. 5 dakika mesafede İspark’ta bir tane Kia vardı. 50 TL’lik hediye kuponu + birkaç dakikalık ekstra ücretle aracımızı alıp, aracımıza doğru yola çıktık.

Eski tip rent a carlar dahil, daha önce hiç araç kiralamamıştım. İlk deneyimin bu kadar pratik olması hoşuma gitmedi diyemem. Hiç sorumluluğumun olmadığı bir araç, hiç bir şeyini bilmeme yada öğrenmeme gerek yok. Bin, kullan, bırak. Binme öncesinde kontrol, inme sonrasında fotoğraf olayı biraz uzun sürüyor fakat bunu da acele ediyor oluşumdan dolayı sıkıcı geldiğini sanıyorum.

3. kademeye getirdiğimiz klima eşliğinde Bağdat Caddesinde ilerlerken, “hiç arabamız olmasa, buradan doğruca eve giderdik” dedim ve “eve gitmiyo muyuz” tepkin biraz güldürdü 🙂 Hayır bebeğim, önce arabamızı almamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz araç bizim değil ve her geçen dakika aleyhimize işliyor.

Aracımızı alıp döndüğümüzde, Webasto sayesinde bir kez kada kurumuş olan çoraplarımızın tekrar ıslanmaması için kuru terliklerle karşılandık. Sonrasında adada hayal kurduğun gibi babaannen seni bir güzel yıkadı, keseledi ve erkenden yatmanı sağladı. Ateşleneceğini tahmin ettiğimden, arayıp; “arada bir kontrol edersin” dedim ama demesem de mutlaka kontrol edilirdi.

Evet, tahmin ettiğimiz üzere gece biraz ateşin çıkmış. Calpol ve ıslak bez desteğiyle sabaha neredeyse bir şeyin kalmamıştı.

10 dakika önce geldim yanından, bugün okula da gitmedin 🙂

Categories:

Tags:

No responses yet

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.